Sanayi Devrimi kelebekleri hikayesi gibi bilimsel delillerle açıkça çelişen bir hikayeye, Darwinizm'e bağlılık uğruna inanılmaya devam edilmektedir...


Darwinizm'in temelinde doğal seleksiyon kavramı yatar. Charles Darwin'in teorisini açıkladığı kitabının başlığında bile vurgulanan iddia budur: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla". Darwin'den bu yana, evrimcilerin en büyük çabası işte bu iddiayı delillendirmek olmuştur. 

Darwinizm'in önde gelen sözcülerinden dil bilimci Steven Pinker, doğal seleksiyonun evrimciler açısından taşıdığı anlamı şu sözlerle dile getirir: "Hiçbir delil olmasa bile, alternatif olmadığı için, bu gezegendeki hayatın açıklaması olarak doğal seleksiyonu hemen hemen kabul etmeliyiz."  (Steven Pinker, How the Mind Works, Penguin: London, 1998, s. 162-163.)

Pinker, Zihin Nasıl Çalışır? adlı kitabında, doğal seleksiyonla evrimleşmenin ilk örneği olarak da kelebeklerdeki melanizm hikayesini gösterir. Oysa bu, buraya kadar anlattığımız gibi, bilimsel değeri olmayan bir hikayeden başka bir şey değildir. Ancak evrimciler, doğruluğuna dair bir bilgi yok iken, Pinker'ın yaptığı gibi evrimi doğru varsaymakta ve herşeyi bu kabule uydurmaya çalışmaktadırlar. Durum böyle olunca da, Sanayi Devrimi kelebekleri hikayesi gibi bilimsel delillerle açıkça çelişen bir hikayeye, Darwinizm'e bağlılık uğruna inanılmaya devam edilmektedir.

Söz konusu hikayenin doğru varsayılmış bir inanç olduğuna, Amerikalı biyolog Dr. Jonathan Wells şöyle dikkat çekmektedir: 

"... Bir parça dürüst olan hiçbir bilim adamı karabiberli kelebekler efsanesini "doğal seleksiyonun temel bir örneği" olarak göstermeyecektir. Delil olmadan, karabiberli kelebeklerdeki melanizmin doğal seleksiyondan kaynaklandığı iddiası, bir inanç ifadesidir, bilimsel bir çıkarım değildir." (Jonathan Wells, "Significance of the Peppered Moth Argument", Access Research Network, 2000, http://ğ.arn.org/docs/wells/jw_significancepm.htm.)

Wells, Evrimin İkonları adlı kitabında, söz konusu hikayeye özel bir yer ayırmış ve vardığı sonucu şöyle açıklamıştır:

"1986'da evrimci Biyolog John Endler, şimdi alanında bir klasik olarak kabul edilen, Doğal Hayattaki Doğal Seleksiyon adlı bir kitap yazdı. O zamanlar, Endler karabiberli kelebek hikayesinde ortaya çıkarılan problemlerin farkında değildi; bu yüzden onu, doğal seleksiyonun nedeninin bilindiği birkaç vakadan biri olarak listeye yazdı. Fakat "doğal seleksiyon konusundaki hızlı ve gelişigüzel araştırmaların vaktinin geçtiğini" de ifade etti. Çoğu araştırmacı "sadece doğal seleksiyonun gerçekleştiğini göstermekle tatmin olduğu" halde, Endler, "bu, bir kimyasal reaksiyonu göstermeye ve sonra onun nedenleri ve mekanizmalarını araştırmamaya eşdeğerdir. Doğal seleksiyonun, nedenleri ve mekanizmalarının bilgisinden yoksun sağlam bir gösterimi simyadan farklı değildir" şeklinde yazdı... Kettlewell'in doğal seleksiyon için delili hatalıdır ve değişimin gerçek nedenleri varsayıma dayalı kalmaktadır. Doğal seleksiyonun bilimsel bir gösterimi olarak -"Darwin'in kayıp delili" olarak- karabiberli kelebeklerdeki endüstri melanizmi simyadan farklı değildir." (Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing Inc., 2000, s. 155. (John Endler, Natural Selection in the Wild, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1986, s.164))

Ortaçağ'da simyacılar bakırı çeşitli madenlerle karıştırıyorlar ve deneme yanılma yöntemiyle bakırı altına dönüştürebileceklerine inanıyorlardı. Ancak bilim, ne kadar deneme yaparlarsa yapsınlar simyacıların başarısız olacağını, bunun bir hayal olduğunu açıkça ortaya koydu. Doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları ile türlerin kökenini açıklamaya çalışan evrimciler de, simyacıların akıbetine uğramaktadırlar. Bilimsel bulgular Darwinistlerin beklentilerini boşa çıkarmakta ve delillerinin geçersizliğini kanıtlamaktadır. Evrimci varsayımların aksine, bu mekanizmalar bir türü başka bir türe dönüştürme gibi özelliklere sahip değildir. Her fırsatta doğal seleksiyonla evrimleşme tezine örnek olarak verilen Sanayi Devrimi kelebekleri hikayesi de unutulmayacak evrimci yanılgılardan biri olmuştur. 


Kelebek Her Zaman Kelebek Olarak Kalmıştır

Kettlewell'in hikayesini kabul etsek bile, varılan sonuç yalnızca şudur: Sanayi Devriminden yıllarca önce, İngiltere'de, Biston betularia türü kelebeklerin içinde koyu renkli formlar zaten mevcuttu; açık renkli bireyler popülasyonun çoğunluğunu oluşturmakta, koyu renkliler ise azınlıkta kalmaktaydı. Sanayi Devrimiyle birlikte artan hava kirliliği sonucunda, bu durum tersine döndü ve koyu renkli formlar bu canlı topluluğunun çoğunluğunu teşkil etti. 1950'li yıllarda, çevre kirliliğini önleyici yasaların yürürlüğe girmesinin ve kirliliğin azalmasının ardından oranlar yine değişti; açık renkli bireyler, Sanayi Devrimi öncesinde olduğu gibi, kelebek popülasyonunda çoğunluk kazandı. 

Açıkça anlaşılmaktadır ki değişiklik, kelebeğin renginde değil sayısındadır ve bu durum hiçbir zaman evrime delil olarak öne sürülemez. Açık ve koyu renklerdeki çeşitli Biston betularia kelebekleri, gözlemler başladığından bu yana, yaklaşık iki yüzyıldır vardır. Farklı renklerdeki kelebek bireyleri kendi aralarında çiftleşmektedir. Bu kelebek popülasyonunun gen havuzu, başından itibaren çeşitli renklere ait gen bileşimlerini içermektedir. Yani, Endüstri Devrimi ile başlayan olaylar sonucunda gen bilgisi gelişmemiş ve yeni genler ortaya çıkmamıştır. Biston betularia türü kelebek her dönemde aynı tür olarak kalmaktadır, bir türün başka bir türe değişimi gibi bir şey söz konusu değildir. 

Şüphesiz sözü edilen durumda, evrimleşme örneği olarak tanımlanabilecek bir olay yoktur. Darwinizm'in bazı savunucuları da zaten bu apaçık gerçeği kabul etmektedirler. Örneğin tanınmış İngiliz Biyolog ve evrimci Harrison Matthews, Darwin'in Türlerin Kökeni kitabının 1971 baskısında yazdığı önsözde, bu konuda şunları söyler:

"... (Kelebek) deneyleri gelişme halindeki evrimi kanıtlamaz, çünkü açık, orta veya koyu renkli formların popülasyon içindeki yoğunluğu değişmekle beraber, bütün kelebekler baştan sona Biston betularia olarak kalmaktadır." (L. Harrison Matthews, "Darwin'in Türlerin Kökeni kitabının 1971 baskısında yazdığı önsözde", J.M. Detn & Sons Ltd, London, s. xi.)
Kısacası, söz konusu kelebek türünün farklı renkleri, bir genetik varyasyon örneğidir. Değişen çevre koşulları, kelebeklerde yeni genetik bilgi ve yeni özellikler ortaya çıkarmamıştır. Açık renkli kelebeklerin temiz çevrelere, koyu renklilerin ise kirliliğin yoğun olduğu ortamlara daha iyi uyum sağladıkları bir gerçektir. Ama bunun doğal seleksiyondan kaynaklandığı bugüne kadar bilimsel olarak kanıtlanamamıştır.

Kaldı ki kelebeklerdeki melanizmin herhangi bir nedenden dolayı doğal seleksiyona bağlı olduğu kanıtlansa da, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Zira doğal seleksiyon sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireyleri ayıklar; yeni canlı türleri ya da yeni organlar ortaya çıkaramaz. Yani doğal seleksiyonun evrimleştirici bir gücü yoktur. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural yayıncılık, İstanbul, 2000.)
Varyasyon ve doğal seleksiyon olguları, Darwin'in düşündüğü tarzda evrimi açıklamaktan çok, yaratılışın öngördüğü ve işlemekte olan bir korunma prensibine harikulade bir örnek olmaktadır. Allah her çeşit canlıyı, varlığını sürdüreceği sistem ile yaratmıştır. Organizmanın genetik sistemi, özelliklerini (belirli sınırlarda) çevredeki değişmelere göre ayarlama fonksiyonuna da sahip olabilmektedir. Aksi takdirde, iklim, besin kaynağı gibi faktörlerdeki küçük bir değişme o canlının sonu olabilir.




 




Boğa antiloplarının saatte 80-96 kilometre hızla koşabildiğini biliyor muydunuz? 

Allah tüm canlıları bulundukdukları ortama en uygun özelliklerle yaratmıştır.

Tüm Canlılarda Allah'ın Üstün Sanatı Hakimdir


Nefes alma işlemi, insanda bir refleks olarak gerçekleşir. Bazı canlıların ise refleks olarak nefes almaya ihtiyaçları yoktur. Örneğin yunuslar için bu, bilinçli bir harekettir. Bizim yürümeye karar vermemiz gibi, onlar da nefes almaya karar verirler. Nefes almak için yüzeye çıktıklarında ciğerlerinin %80-90'ını hava ile doldururlar. Bu miktar, uzun süre ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Uyurken havaya ihtiyaç duymaları ise onlar için bir sorun değildir. Yunuslar, beyinlerinin sağ ve sol loblarını 15 dakikalık periyodlar olarak alternatifli kullanırlar. Loblardan bir tanesi uyurken, yüzeye çıkıp hava alabilmek için beyinlerinin diğer lobu görev başındadır.

İnsan yeryüzünde karmaşık özelliklere sahip tek canlı değildir. Araştırıp incelediğiniz hemen her yer, gökte uçan veya denizin derinliklerinde yaşayan, birbirinden kompleks ve farklı canlılarla doludur. Bunların, bizlerden ve birbirlerinden farklı yaratılmaları, farklı alemlerde, farklı güzellikler ve eserler yaratan Allah'ın hikmetidir. İnsan, bir canlıyı suda nefes alabilme yeteneği ile donatamaz, havayı ciğerlerine belirli bir oranda almasını sağlayamaz. Gece uyurken ona beyin loblarını kontrol etme kabiliyetini veremez. Uyurken ölmemesi için kullanması gereken sistemi ona  öğretemez. Yeryüzündeki hiçbir canlıya, yaşadığı ortama en uygun yaşama imkanlarını ve özelliklerini veremez. İnsan bunu, kendisi için bile yapamaz.

Bilinçli bir varlık olarak insanın gerçekleştiremediklerini ise bilinçsiz tesadüflerin gerçekleştirmesi kuşkusuz imkansızdır. Tesadüfleri ilahlaştıran, tüm varlıkların rastgele meydana geldiğini savunan evrim teorisi, her geçen gün ortaya çıkan kompleks yapılar karşısında tamamen çöküşe uğramış bir teoridir.

İnsana ve yeryüzündeki tüm varlıklara can veren, her birine yaşamaları için türlü olanakları nimet olarak sunan ve bunun için türlü donanımlar var eden Yüce Allah'tır. Bu nimetlerle sürekli karşılaşan insanın yapması gereken ise, Rabbimiz'in üzerimizdeki rahmetini ve nimetini düşünüp O'na yönelmektir.

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

 





Beyinde 86 milyar civarında sinir hücresi vardır ve bu hücreler arasındaki iletişim 100 trilyon bağlantı ile sağlanır.

Allah'ın mükemmel yaratışı sayesinde beyin hücrelerimiz kusursuz işler.

Bedenimizdeki kumanda merkezi: Beyin

Hem hassas bir yapısı hem de çok önemli görevleri olan beyin vücut içinde çok yönlü bir korumaya alınmıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı beynimizin bir sıvı içinde yüzüyor olmasıdır.

Beynimizin Suyun İçinde Yüzdüğünü Biliyor muydunuz?

Hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tad ve koku alma, kalbin çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümünü beynimiz gerçekleştirir. Ayrıca hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenlemeler yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur.

Beyin yaklaşık 1,5 kg'lık bir ağırlığa sahiptir. Eğer beyin bir sıvının içinde bulunmasaydı ve direkt olarak kafatasına temas etseydi kendi ağırlığının altında ezilirdi. Bu da beyindeki hayati merkezlerde bir baskı oluşmasına dolayısıyla ölüme sebebiyet verebilirdi. Ancak böyle bir sorunla -hastalık halleri dışında- karşılaşılmaz. Çünkü beynimizin kendi ağırlığı -yüzdüğü sıvının içinde iken- 1400 kg'dan 50 gr'a kadar düşer. Yani beyinde ağırlığı otuzda bire kadar düşüren bir sistem vardır. Bu sistem şöyle çalışır:

Beynin içinde birtakım boşluklar ve bu boşlukların içinde de sadece beyinde bulunan özel damar yığınları vardır. Bunların görevi vücuttan beyne taşınan kandaki serumu süzmektir. Serum önce beynin içindeki boşlukları doldurur ve sonra çeşitli yollardan beynin dışına çıkar. En sonunda da bu sıvı beynin üst kısmında yer alan tek yönlü valf sistemi (araknoid villus) sayesinde genel dolaşıma (kan dolaşımına) geri döner. Bu valflerin çok önemli bir görevi vardır: Sıvının beyne yaptığı basıncı ayarlamak.

brain1

Eğer bu ayarlama olmasaydı ve basınç çok yüksek bir seviyeye çıksaydı, o zaman beyne olan baskı beynin fonksiyonlarını etkilerdi. Ve bu durum pek çok hastalığın sebebi olurdu.

Buna örnek olarak "hidrosefali" denilen hastalığı verebiliriz. Bu hastalık türünde dolaşımdaki herhangi bir aksaklıktan dolayı beyindeki sıvı bir süre sonra birikmeye başlar ve oluşan basınç beyin fonksiyonlarını etkiler. Eğer dışarıdan bir müdahale yapılmazsa, yani ameliyatla bu sıvı boşaltılmazsa artan basınç; zeka geriliği, hareket bozuklukları, körlük hatta ölümle sonuçlanan rahatsızlıklara neden olur.

Beyindeki sıvının basıncı normalden daha az düzeylere indiği zaman da dayanılmaz baş ağrıları olur ve beyin hasar görmeye başlar.

Beyindeki bu detaylı tasarım nasıl ortaya çıkmıştır?

Beynimizin en fonksiyonel şekilde çalışmasını sağlayan bu tasarımın tesadüfen ortaya çıkması elbette ki mümkün değildir. Tüm bu ayrıntıları bilen jöle kıvamında bir et parçası olan beynin kendisi de olamaz. Böyle iddialarda bulunmak akıl ve mantığın tamamen dışına çıkmak demektir.

Bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde yaratan, herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır.

Beynimiz öncelikle kafatası ile korunmaya alınmıştır. Ayrıca ağırlığını taşıması için bu yeterli olmadığından içinde yüzdüğü bir de sıvı var edilmiştir. Bu şekilde ağırlığı 50 gr'a yani gerçek ağırlığının otuzda birine düşer.

brain2


 


Bir baykuşun boynunda 14 tane omur vardır. Bu, insandaki omur sayısının iki katı kadardır. Allah'ın yarattığı bu özel yapı sayesinde baykuş kafasını 270 derece döndürebilir.

Baykuşlar Kafalarını 270 Derece Nasıl Çevirir?

Kafalarını neredeyse tam daire çevirmek baykuşların en büyük becerisidir. Biz bunu yapmaya kalkışsak beynimize giden kan dolaşımı kesintiye uğrar ve bayılırız.

Fakat ABD'de iki bilim adamı, baykuşların kafatası ile boyunlarında çok farklı bir kemik ve damar sistemine sahip olduğunu tespit etti. Bu özellik sayesinde, damarlar zarar görmüyor ve baykuş kafasını 270 derece çevirdiğinde bile kafasına kan akışı kesilmiyor.

bay11ABD'deki John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Phillippe Gailloud baykuşların bu soruna birden fazla çözüm ürettiklerini söylüyor.

Baykuşlar gece avlandığı için başlarını bu şekilde çevirmek zorunda; çünkü gözleri kafatasındaki göz çukurlarında sabit durumda bulunuyor. Bu yüzden görüş alanlarını değiştirmek için başlarını hareket ettirmek zorundalar.

Baykuşların boynu insan boynundan daha esnek: Onlarda 14 boyun kemiği varken bizde 7 tane var. Ama bundan ziyade baykuşun oksijenli kanı beynine taşıyış şekli etkileyici bir yaratılış mucizesi.

Dr. Gailloud ve bilim tasarımcısı Fabian de Kok-Mercado, 12 ölü baykuş üzerinde ayrıntılı bir anatomi çalışması yürüttü.

Çalışma, baykuşlarda büyük atardamarın insandaki gibi boynun yan tarafında değil, omuriliğin hemen önünden, dönme merkezine yakın bir yerden geçtiğini ortaya koydu.

Böylece bu damarlar daha az dönme ve gerilmeye maruz kalıyor ve zarara uğrama ihtimali azalıyor.

Bu sadece baykuşa değil, diğer kuşlara da özgü bir durum. Fakat baykuşu diğerlerinden ayıran, boyun kemikleri arasında ana atardamara daha geniş bir alan sağlanmış olması.

Dr. Gailloud, insanda boyun kemikleri arasındaki boşluğun sadece damarı barındıracak genişlikte olduğunu, fakat baykuşta bu kanalın damardan 10 kat daha geniş ve hava torbacığıyla kaplı olduğunu söylüyor.

Baykuşlar ana atardamara ek olarak bağlantı sağlayan ve kan için alternatif dolaşım yolu olanağı sunan çok sayıda küçük damara da sahip. Böylece başı çevirirken ana damar engellenirse de yedek damarlar devreye girebiliyor.

Baykuşların boyun arterinin kafatasının alt bölümüne yakın bir yerde geniş bölmelere sahip olduğu ve bunların da kan rezervuarı olarak işlev gördüğü de tespit edildi.

Master tezini baykuşlar üzerine yapan Kok-Mercado, "baykuşlarla ilgili bilinebilecek her şeyi bildiğimizi sanıyorduk, ama teknoloji sayesinde yeni özelliklerini keşfediyoruz" dedi.

Bu çalışma Science dergisi ile ABD Ulusal Bilim Vakfı'nın ortaklaşa düzenlediği 2012 Uluslararası Bilim ve Mühendislik Görselleri'nin afiş ve grafik ödülünü aldı.


 



Çok sayıda arının yaşadığı bir kovandaki hemen hemen tüm işlerden arılar sorumludur. Kovandaki düzen de işçi arıların üzerlerine düşen sorumlulukları tam olarak yerine getirmeleri ile sağlanır.

Arılar “polarize ışığı görme” yeteneklerini yiyecek bulmak için de kullanırlar

Arılar polarize ışığı yaratıldıkları andan itibaren yani -milyonlarca senedir- kullanır, kusursuz bir hesaplamayla yön tayin ederler. Peki nasıl?

Arılar Yönlerini Polarize Işığa Göre Bulurlar

Arılar, hava bulutlu dahi olsa Güneş'i pusula gibi kullanır bunu da ultraviyole ışık dalgalarından faydalanarak yaparlar.

Ultraviyole ışık dalgaları -bulut örtüsü çok yoğun olmamak şartıyla- bulutların içerisine işleyebilecek özelliktedir. Bu sayede işçi arılar Güneş'in yönünü belirlemede bu ışık dalgalarından istifade ederler.

Güneş'ten yayılan doğal ışık polarize olmuştur, yani ışık dalgalarının titreşiminin yönü, Güneş gökyüzünde hareket ederken düzenli bir şekilde değişir. Bu polarizasyon şekilleri insanlar tarafından görülemez, fakat arılar ve diğer birçok canlı tarafından algılanabilir. Güneş'in görülmemesi ya da gökyüzünün bulutlu olması bu canlılar için bir engel oluşturmaz.

Arılar bulutlara rağmen göğü bir bakıma parsellenmiş gibi düşünür ve Güneş'in o anda bulunacağı yeri hesaplayabilirler. 1

Örneğin bir balarısı sabah saat 09:00 civarlarında kovandan çıksa ve bir müddet sonra siz onu yakalasanız ve saat 16:45 civarlarında doğaya geri bıraksanız, arı güneşin o anki ve yakalandığı zamanki konumu arasındaki farkı hesaplayarak kovanının nerede olduğunu tespit eder ve evine ulaşabilir.

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

ari polarizasyon

Arı Polarize Işıktan Avlanma Sırasında Nasıl Yararlanır?

Tıpkı polenleyici diğer böcekler gibi arıların da gözlerinde gökyüzündeki polarizasyon şekillerini “görebilen”, hassas bir alan bulunur. Polenleyici böceklerin yön tespit etmek, yumurtalarını bırakmak ve besin aramak gibi amaçlarla sahip oldukları bu yeteneği kullandıkları zaten biliniyordu. Ancak arıların bu özelliği yeni keşfedildi.

Batı Avusturalya Üniversitesi, Bristol Biyoloji Bilimleri ve Hayvan Biyolojisi bölümünden Prof. Julian Partridge ve çalışma arkadaşları bombus (Bombus terrestris) arılarının çiçeklerdeki polarizasyon şekillerini öğrenerek besinlere ulaşabildiklerini ortaya koydu.

Çiçeklerin döllenmesinde Bombus arılarının önemi çok büyüktür. Bombusların diğer arılara göre daha tüylü olan vücutlarındaki tüycükler mikroskobik çengellerle kaplıdır. Bu çengeller, arı çiçeğin etrafında dolaştıkça yapışan polen tanelerini toplamasını kolaylaştırır. Bombus daha sonra orta bacakları ile polenleri sepetçiğine boşaltarak depolar.2

Çiçek türlerinin yaklaşık yüzde 53’ünün polarizasyon şekilleri, arının gözündeki polarizasyona hassas alanın görüp algılayabileceği konumdadır. Yaprakları aşağıya dönük çiçeklerden yansıyan ışık, gökyüzünün polarizasyon desenleriyle zıtlık oluşturur. Böylece arılar çiçeklerin yerini tespit ederler.

Prof. Partridge bu olağanüstü özel yeteneği şöyle açıklıyor; “bitkinin varlığı, büyük ölçüde polenleyici canlıların ”çiçekleri doğru ayırt etme” yeteneklerine bağlıdır. Arılar çiçekleri  tanıyabilmek için çok sayıda işaret kullanır. Bunlar renk, şekil, doku, belirli kimyasal bileşenler ve sıcaklık gibi faktörlerdir. Yakın zamanda yapılan araştırmalar çiçeklerdeki nem oranı ve elektriksel alanların da çiçeklerin ayırt edilmesinde böcekler tarafından kullanıldığını belirledi.

Bu nedenle bir bitkinin birçok farklı sinyal göndermesi polenleme yapan canlıları o yöne çekmekte büyük bir avantajtır. Bulgularımıza göre polarizasyon görme yeteneği arılara da çiçeklerle ilgili ek bilgiler sağlamaktadır.”

Son derece karmaşık fizik ve kimyasal formüllerle açıklanabilecek hayranlık uyandıran bu özel yetenekleri onlara yaratıldıkları andan itibaren ilham eden yer, gök ve ikisi arasındakilerin tek Sahibi olan Yüce Rabbimiz Allah’tır.

Allah Hud Suresi’nde canlılar üzerindeki hakimiyetini bize şöyle bildirmektedir:

Yeryüzündeki hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın, Onun karar (yerleşik) yerini de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

1-     Mark L. Winston, The Biology of the Honey Bee, Harvard Unv. Press, 1991, s.163-164
2-     David Attenborough, The Trials of Life, s. 59



 





Ananas, dış kabuğu sert ve dikenli, iç kısımları ise tatlı tropikal bir meyvedir. İçeriğindeki antioksidan, enzimler ve yardımcı bileşikler sayesinde hastalıklara karşı koruma sağlayabilmektedir. Özellikle bu bileşikler sayesinde sindirim, bağışıklık ve ameliyat sonrası iyileşme sürecinde sağlığa faydaları bulunur. Aynı zamanda saçlar, cilt ve kemikler için de oldukça yararlıdır. Ananas, pişmiş ya da çiğ olarak tüketilebilir.
Ananas, vitamin ve mineral çeşitliliği açısından zengindir bu yüzden sağlığa birçok yararı vardır. Aynı zamanda kalorisi düşük olan ananas şu vitaminleri içermektedir:

C vitamini: C vitamini, doku onarımına yardımcı olmaktadır. Ananas meyvesinden günlük C vitamini değerinizin üçte birini alabilmek mümkündür. Ayrıca C vitamini, kanser, kalp hastalığına karşı savaşmaya yardımcı olur.

Manganez: Ananas, günlük manganez değerinin %100’den fazlasına sahiptir. Bu vitamin sayesinde metabolizma güçlendirilerek, kemik oluşumuna katkı sağlanabilir.

Lif: Günlük lif ihtiyacının yaklaşık %10'u ananas ile karşılanabilir. Sağlıklı bir bağırsak için lif önemlidir ve tok tutarak diyete katkı sağlayabilir.

B vitaminleri: Ananas, tiamin, niasin, B6 ve folat dahil olmak üzere B vitaminleri içermektedir. Bu vitaminler, yiyecekleri enerjiye dönüştürmede etkili olmaktadır. Aynı zamanda organ ve dokulara oksijen taşımayı sağlayan yeni kırmızı kan hücrelerini oluşturmak için kritik bir önem taşır.

Ananasta bulunan "bromelain” enzimi iltihabı önlüyor. Kanser hücrelerini azaltıyor. C vitamini ile diş eti hastalıklarına iyi geliyor. Cildimiz ve saçlarımız için faydalı.

Ananastaki bu faydalar Allah'ın  üzerimizdeki rahmetinin bir göstergesidir.

Ne az şükrediyorsunuz? (Araf Suresi, 10)


 



Meksika köstebek semenderlerinin en bilinen türlerinden olan Aksolotllar dış görünümleriyle oldukça dikkat  çeken canlılardandır. Tüm hayatını suda geçiren bu canlılar en çok Meksika'da bulunurlar. Aksolotllar Allah'ın sonsuz çeşitlilikte yarattığı canlı türlerindendir.

 




  • Alyuvarların görevleri nelerdir?
  • Alyuvarların yassı şeklinin önemi nedir?
  • Bu yassı şeklin bozulması neye sebep olur?

Kırmızı kan hücreleri, yani alyuvarlar, kanda en fazla bulunan hücrelerdir. Görevleri hücrelerin yaşaması için en gerekli olan malzemeyi, yani oksijeni taşımaktır. Sadece bununla kalmaz bedeni temizlemek için hücrelerde birikmiş olan karbondioksiti de kalbe geri iletirler.

Alyuvarların Gerçekleştirdiği  Oksijen Taşıma İşlemini Neden Herhangi Başka Hücre Yerine Getiremez?

alyuvaryassisekli2

Tek bir damla kanın %99’unu kırmızı kan hücreleri, yani alyuvarlar oluşturur. Bunlar aynı zamanda “eritrosit” olarak da adlandırılmaktadırlar. Bedenimizde yaklaşık 25 trilyon kırmızı kan hücresi bulunmaktadır. Bu miktar Samanyolu Galaksisi’ndeki yıldız sayısının yüzlerce katıdır. Vücutta dolaşan alyuvarların rahatlıkla bir futbol sahasının yarısını kaplayabildiklerini bilmek bu miktarın daha iyi anlaşılmasına kuşkusuz yardımcı olacaktır. Birbirlerine peş peşe bağlandıklarını düşündüğümüzde bu hücreler, 47.000 km’lik bir kule oluşturabilmektedirler. Yine bedenimizdeki alyuvarları bir halı gibi yere serme olanağımız olsa, bu hücrelerin 3.800 km2’lik bir alanı kapladıklarını görürüz. Bu rakam ise yaklaşık dört dönümlük bir araziye eşittir. Vücuttaki alyuvarların sayısı o kadar çoktur ki ölenlerin yerini almak üzere saniyede 3 milyon kadar yeni alyuvar hücresi kana karışır. Alyuvarların sayısının bu kadar çok olması üstlendikleri hayati görev için gereklidir. Bu özel görev için yaratılmış olan alyuvarlar kendilerine has şekilleriyle dikkat çekerler. Alyuvarlar, yassı, yuvarlak ve her iki yanı basık şekilleriyle muazzam birer “yaratılış harikasıdırlar”. Alyuvarların şeklinin yassı olması;   

  • Hücrenin yüzey alanını artırmakta ve oksijen ile temasını kolaylaştırmakta,
  • Aynı zamanda oksijeni gerekli zamanda gerekli yere kolayca bırakabilmesini sağlamaktadır.
  • Alyuvar, şekli sayesine normal bir hücre formunda iken alabileceğinden çok daha fazla oksijen atomunu yüklenebilir ve ihtiyaç duyan dokulara bunu kolaylıkla iletebilir.
Alyuvarların Yassı Şekli Bu Hücrelerin Damarlardan Rahat Geçmesini Sağlar

Alyuvarlar, damarlar içinde dolaşan en küçük hücrelerdir. Oksijenin vücutta her yere ulaştırılabilmesi için bu boyut son derece önemlidir. Ancak kimi zaman alyuvarların karşılarına çok küçük boyutlarda kılcal damarlar çıkar. Kimi zaman yaklaşık 5 mikrometre gibi bir inceliğe ulaşabilen bu damarlar, yarıçapı 7-8 mikrometre olan alyuvarlar için zorlu tünellerdir. Alyuvarların bu tünelleri aşmaları gerekir çünkü kılcal damarlar, besinlerin ve oksijenin tüm dokulara ulaşmasını sağlayan son derece önemli kan damarlarıdır. Alyuvarların bu damarlara sığamayacak kadar büyük olmaları normal şartlarda çok büyük bir sorun olmalıdır. Ancak alyuvarlar, kendileri için özel olarak meydana getirilmiş üstün yaratılışlarının bir gereği olarak, böyle bir sorun yaşamazlar: Esnektirler. Hemen her şekle girebilen bir torba gibidirler. Böylesine rahat şekil değiştirebilmelerinin en önemli nedeni, alyuvarların içlerinde taşıdıkları maddelerin miktarına oranla çok geniş bir hücre zarına sahip olmalarıdır. Böylece hücre zor hareket edeceği alanlara girse de, hücre zarı gerilmez ve diğer hücrelerde olduğu gibi yırtılmaz. Bu son derece avantajlı bir durumdur. Esneyerek şekil değiştirebilen bu hücreler çapları kendilerinden daha dar olan damarlardan bu sayede geçebilirler. Herşeyi kusursuzca var eden Allah, bu özel hücreyi de muazzam yaratılış delillerinden bir tanesi olarak var etmiştir. Kuran’da  Allah’ın herşeye hakim olduğu şu şekilde bildirilmektedir:

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud Suresi, 56)

Rabbimiz’in Hemoglobin ve Alyuvarları Birbiri ile Uyumlu Yaratmış Olması Çok Büyük Bir Nimettir

Allah’ın hemoglobin ve alyuvar gibi iki farklı yapıyı birbirine uyumlu yaratmış ve onları birlikte hareket etmelerini sağlayacak özelliklerle donatmış olması kuşkusuz çok avantajlı bir durumdur. Alyuvarın sahip olduğu yassı şekil, ortada kusursuz bir yaratılış örneği olduğunun çok önemli göstergelerinden bir tanesidir. Kuşkusuz Allah, alyuvarın büyüklüğünü kılcal damarlara uyumlu olarak da yaratmaya Kadir’dir. Ancak mevcut yapı, insan bedeni için olabilecek en ideal değerlerdedir. Bu, herşeyin varlığını, varlığı boyunca geçireceği halleri tespit ve tayin eden ve ona göre yaratan, onları yoktan var eden Yüce Allah’ın eseridir.

Bu muhteşem yaratılışın önemini daha iyi anlamak için, söz konusu yapıda oluşan bir sorunun nasıl sonuçlarının olabileceğini incelemekte fayda vardır. Eğer alyuvarın şeklinde veya esnekliğinde herhangi bir sorun meydana gelirse bu durum, dokulara oksijen ve besinin ulaşamaması yani o dokunun ölümü demektir.

Alyuvarlardaki Yassı Şeklin Bozulması Önemli   Bir Hastalık Olan  “Orak Hücre Anemisine” Sebep Olur

Orak hücre anemisi alyuvarların şeklinin bozulması ile oluşan bir hastalıktır. Hücreler “hemoglobin S” adı verilen anormal bir hemoglobin tipi içerirler. Bu hemoglobin, oksijensiz kaldığı zamanlarda alyuvar içinde uzun kristaller şeklinde çöker ve alyuvarın şeklini bir çeşit orağa benzetir. Alyuvarın değişen bu şekli şöyle hastalıklara neden olur:

  • Yeterli oksijen taşınamaz ve bir süre sonra alyuvar kütlesi azalmaya başlar.
  • Şekli değişen hücreler damarların içinde birikerek tıkanmaya neden olurlar.
  • Hücreyi orak şekline getiren kristal yapının ince ucu ise kimi zaman hücre zarının yırtılmasına neden olur.
  • Hastalığın hissedilen etkileri ise son derece ciddidir.
  • Kemiklerde, kaslarda ya da karında günlerce veya haftalarca süren şiddetli ağrı ve krizler meydana gelir.
  • Alyuvarların dar retina damarlarına ulaşamamaları nedeniyle görme bozuklukları hatta körlük oluşur.
  • Karaciğerdeki işlev bozukluğu sarılık hastalığına sebep olabilir.
  • Çocuklarda büyüme gecikir.
  • Vücut, enfeksiyonlara açık hale gelir.
  • Beyindeki küçük kan damarlarının tıkanması nedeniyle beynin bazı bölümlerinde hasarlar oluşabilir. Kimi zaman bu durum felç ile sonuçlanabilmektedir.

Bu hastalık birkaç saat içinde bile son derece tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Orak hücre anemisine küçük yaşlarda yakalanmış olan kişiler, hastalığın ölümcül olmaması için yaşamları boyunca tedavi görmek zorunda kalırlar. Ve tekrar hatırlatalım; sebep yalnızca alyuvar hücrelerinin şeklindeki bozukluktur.

Orak Hücre Anemisi Hastalığı Hakkında Evrimciler Büyük  Bir Yanılgıdadırlar

alyuvaryassisekli3

Orak hücre anemisi gibi önemli bir hastalık hakkında belki de en şaşırtıcı iddia evrimcilerden gelir. Evrimciler için bu hastalık, evrim süreci için bir sözde “delildir”. Evrimciler, orak hücre anemisi hastalığına yakalanan kişilerin sıtma hastalığına karşı dirençli olmalarını bir fayda olarak kabul eder ve buna sebep olan mutasyonu faydalı mutasyon örneği olarak tanımlarlar. Oysa, orak hücre anemisi hastalığı, son derece ciddi, hatta ölümcül hastalıklara yol açan, vücuttaki bazı organ ve dokuların beslenememesine ve dolayısıyla ölümüne neden olan, sonraki nesillere de ulaşarak yayılan önemli bir hastalıktır. Kuşkusuz böyle bir hastalığın “faydalı mutasyon” örneği olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Elbette insan nesline zararı açık olan bir genetik hastalığı, evrime delil olarak göstermek teorinin ne derece zayıf temeller üzerine kurulu olduğunun önemli delillerindendir. Kuran’da Allah insanların bir kısmının vicdanları doğruyu kabul ettiği halde, kibirleri ve büyüklenme duyguları nedeniyle gerçeği görmezlikten geldiklerini ve Allah’ın varlığını inkar ettiklerini bildirmektedir:

“Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak.” (Neml Suresi, 14)

Alyuvarlar, damar içinde dolaşan en küçük hücreler olmalarına  rağmen bazen çok dar kanallarla karşılaşırlar. Yaklaşık 7-8   mikrometre boyutundaki  bu hücreler için, zaman zaman karşılarına çıkan 5 mikrometrelik dar kanallar oldukça zorlu tünellerdir.

“Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dir, övülmeye layık olandır. Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O’nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Hac Suresi, 64-65)

Alyuvarlar her iki yönü de içbükey olan disk şeklindeki hücrelerdir. Bu şekilleri sayesinde damarların içinde bükülerek eğilebilirler. Vücuttaki hücrelerin oksijene sahip olabilmeleri için, alyuvarların bu özelliği çok önemlidir. Bir ayette Rabbimiz’in benzersiz yaratması şöyle bildirilir:

De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)





Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, 
çok merhamet edendir. Furkan Suresi, 70

İnkar edenler ile müminleri birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri, müminlerin tevbe etme ibadetini sıklıkla yapmalarıdır. İnkarcılar kendilerini günahsız saymaya çalıştıkları için tevbe etmeye gerek duymazlar. Müminler ise Allah’a karşı hiçbir günah işlemek istemezler. Ancak insan yaratılışı gereği, kimi zaman geçici olarak nefsine uyup günaha girebilir. Ama sonuçta tüm bunlardan pişmanlık duyup Rabbimiz’den bağışlanma diler.
 
Allah insanı çok aciz bir varlık olarak yaratmıştır. Bilgisizlikten dolayı insan gaflete kapılabilir, en iyi bildiği konuları bile unutup yanılabilir, yanlış kararlar alabilir, bilerek veya bilmeyerek kusurlu bir davranışta bulunabilir. Çünkü insanı Allah’a karşı isyana sürüklemeye çalışan, vesvese vererek doğru yolu üzerine oturmaya çalışan şeytan gibi amansız bir düşmanı vardır. Nefis gibi de sürekli olarak kötülüğü emreden bir yönü vardır. Elbette ki Allah hem nefse hem de şeytana karşı koymanın yolunu da insana göstermiş ve samimi olanlara bunları kolaylıkla yenebilecek gücü de ilham etmiştir. İnsan bu iki negatif güçten kendisini koruyabildiği ölçüde Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “bu tahribat, sefahet ve cazibedar hevesat zamanında (dünyanın cazip yönlerinin çok olduğu zamanda) davranışlarımızda temel hareket noktamızın, şerleri (kötülükleri) def etmek ve günahları terk etmek” olduğunu belirtir. Ancak her ne olursa olsun Allah insanlara hatalarını telafi edebilmeleri için mutlaka bir yol gösterir; bu yol tevbedir.
 
Tevbede Allah’ın istediği, kişinin hatalarından ders ve ibret almasıdır
 
Müminin tevbe etmesindeki hikmetlerden biri kesin bir pişmanlık yaşayarak vakit geçirmeden Allah’a sığınıp bir daha o hatayı yinelememek için gayret göstermesidir. Yani gerçek ve içten bir tevbe yapmasıdır. Niyetine ve sözüne sadık kalıp, ölüm gelinceye kadar da doğru istikamet içinde olup tevbe etmesidir. Kuran’da, “Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder...” (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimiyetle tevbe eden bir kişinin davranışının nasıl olması gerektiği tarif eder. Bir başka ayette de Allah “Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135) şeklinde bildirir.
 
Yapılan hatalardan hemen Allah’a sığınılması, tevbenin geciktirilmemesi önemlidir. Çünkü hatalar, Bediüzzaman Hazretleri’nin tarifiyle “tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan haline dönüşür. Kalp de bir defa lekelenince artık yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasid (bozuk) bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur; doğurmakla kalmaz, insanın içindeki tevbe ve nedamet (kıskançlık) duygularını da pörsütür. Nihayet “Hayır hayır, onların kalbleri pas bağladı.” (Mutaffifin, 83/14) sırrı zuhur eder.
 
İnsan, kendisine tanınan süreden dolayı aldanmamalıdır. Allah’ın kendisine tanıdığı sürede tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmelidir. Çünkü ölüm anındaki iman ve tevbe Allah Katında geçerli olmayabilir. Bu nedenle her an ölecekmiş gibi hareket etmek ve ahlakını güzelleştirmek için gayret etmek zorundadır.
 
Unutulmamalı ki, insan hayatı boyunca küçük veya büyük nasıl bir hata yaparsa yapsın, samimi olarak tevbe ettiği müddetçe, samimi bir kalple, bağışlayan ve esirgeyen, tevbeleri kabul edip kötülükleri iyiliklere çeviren Allah’a yöneldiği sürece geçmişte yaptığı hatalarının bağışlanmasını umabilir. Allah, tevbenin karşılığını mutlaka verir. Günahlarını bağışlayarak iyiliklere çevirir, yaptığı ve yapacağı hayırlı ve güzel işleri en güzeliyle ödüllendirir.
 
İnsanları din ahlakından uzaklaştıran yanlış sebeplerden biri, işledikleri günahların getirdiği suçluluk duygusu nedeniyle kendilerini “asla düzelmez, iflah olmaz” kimseler olarak görmeye başlamalarıdır. Olayları Kuran ahlakına göre değerlendirmeyen, Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerini, tevbeleri kabul eden, sonsuz bağış sahibi olan olduğunu unutan bu insanları şeytan sürekli kışkırtır ve günah işleyen bir insana “sen zaten günahkarsın, artık değişmen mümkün değil, bunu böyle kabul et” telkini verir. Daha sonra da kişiyi “nasıl olsa bir kez günah işledin, tekrar işlemenin bir mahsuru olmaz” gibi kandırmacalarla çok büyük bir batağın içine çekmeye çalışır. Yaptığı hatayı o insanı Allah’tan tamamen uzaklaştırmak için kullanır. Ancak şeytanın her hilesi gibi bu da zayıftır. Çünkü bir insanın günah işlemesi, o kişinin artık doğru yolu bulamayacağı anlamına gelmez. Allah, günahlarından dolayı samimi bir şekilde tevbe eden, bağışlanma dileyip artık o günahı işlememeye azmeden herkesi bağışlayacağını Kuran’da şu şekilde bildirmiştir:
 
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)

 



Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. Nisa Suresi, 48. Ayet Allah’ın

Yarattığı Olayları Bağımsız Sanmak Şirktir

• Gizli şirk neden tehlikelidir?

• Gizli şirkin sebepleri nelerdir?

gizli sirk2Gerçek iman sahibi bir kişi katıksız bir sevgiyle Allah’a karşı mutlak bir teslimiyet içindedir. Kişi saniyelik hatalara dahi düşmemeye özen gösterir. Allah’a güveninde -haşa- eksiklik hissettiği veya Allah’tan başka yardımcılar aradığı anda bunun şirk olacağını bilir. Bunun için hiçbir mazeret öne süremeyeceğinin de farkındadır. Ancak bazı insanlar, zor bir durumla karşılaştığında, “genelde çok teslimiyetliyim, Allah’a güvenim tam, ama çok nadir bazı olaylarda paniğe kapılıyorum, tevekkülsüzlük yapıyorum” şeklinde bir düşünceye kapılabilir. Bu elbette büyük bir gaflettir. Bu konuda insanın kendisini kandırması da çok tehlikelidir. Çünkü bu mantıkla hareket eden bir insan, kendisine başka yardımcılar aradığı için Allah’a tam güvenmiyor demektir. Bu da o kişinin, Yüce Allah’ın varlığını kabul etse de, O’na tevekkül edemediğini, Allah’ın sonsuz kudretini kavrayamadığını ve dolayısıyla şirk içinde olduğunu gösterir.

Yalnızca Allah’a rağbet eden insan ise Allah’ın kendisi için yaratmış olduğu kaderden kalben razıdır. Çünkü iman sahibi bir insan, kaderin dışına çıkmanın ya da kaderi değiştirmenin mümkün olmadığını bilir. Allah’ın her insan için yarattığı bir kader olduğunu ve o kaderin hiçbir değişiklik olmadan işlediğini unutmaz.

Allah insanların yaşayacakları her olayın bir kitapta kayıtlı olduğunu ve insanların, kitaplarında yazılı olanlar dışında hiçbir şey yaşayamayacaklarını pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi bir insanın yaşamı içinde karşılaştığı her olay, küçük büyük herşey bir kitapta kayıtlıdır. Her insan yaşadığı bu dünya hayatında kendine ait olan bu kader kitabını okumaktadır. Bu nedenle mümin karşılaştığı olayları bu gerçeğin bilincinde olarak değerlendirir ve Rabbimiz’in yaratmış olduğu kaderdeki her detayda bir güzellik arar. Kaderdeki her ayrıntının mutlaka bir hayır üzere yaratıldığına kesin olarak iman eder. Bunun bilincinde olan mümin için yaşadığı şeylerin hepsi mutlaka güzeldir; mümin bu güzellikleri hiç atlamadan görebilir. Geçmişte yaşadıklarından ya da halihazırda başına gelen olaylardan yakınma, rahatsızlık duyma veya hoşnutsuz olma gibi bir hataya düşmez. İstisnasız hayatı boyunca yaşadığı her andan razı olur.

Bunun aksi ise imanın derin olmadığını, imana şirk karıştığını gösterir. Böyle bir insan Allah’a iman ettiğini söyleyebilir, ahirete inandığını, gerçek bir Müslüman olduğunu ifade edebilir. Ama kaderindeki herhangi bir olaydan razı olmayan bir insan aslında, Kuran’da emredilen tevekkülü yaşayamıyor, Allah’ın yarattığı kaderi gerçek manada kavrayamıyor demektir. İşte bu durum “gizli şirk” alametidir.

gizli sirk3Gizli Şirk Her İnsan İçin Göz Ardı Edilemeyecek Büyük Bir Tehlikedir

İnsanın günlük hayatında kendi içinde hissettikleri veya olaylara verdiği tepkiler çok önemlidir. Bu bakımdan samimi bir insanın tüm yaşamını, günlük hayatını, hislerini, düşüncelerini, hayata bakış açısını ve en önemlisi bilinçaltını bu anlayışla gözden geçirmesi şarttır.

Şirk, kimi zaman bir insanın yaşamına çok köklü şekilde yerleşmiş olabilir. Kişinin bir korkusu onun dini halis şekilde yaşamasını engelleyebilir. Örneğin geleceğe yönelik ciddi bir endişeye kapılıp, “geleceğini garanti altına almak” için Allah’ın emirlerini göz ardı edebilir, kendince gerekli gördüğü durumlarda dininden taviz verebilir. Veya bir insan karşılaştığı zorlukları birer aksilik olarak değerlendirebilir; bundan dolayı isyankar bir ruh hali içinde olabilir. İşte bu veya benzeri durumdaki insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ın sonsuz kudretini ve herşeyin hakimi olduğunu unutarak gizli bir şirke düşer. Geleceğini yaratanın da, kendisine mal, mülk zenginlik verenin de, karşısına çıkan zorlukları açıp giderenin de Allah olduğunu unutur, başka varlıklara güç atfederek onlardan yardım umar hale gelir.

Oysa her insan böyle bir gafletten şiddetle kaçınmalı ve büyük bir hızla uzaklaşmalıdır. İçinde bulunduğu durumu ince ince düşünmeli, hayatının her anında Rabbimiz’in herşeye güç yetiren, her varlığın ve her olayın üzerinde tek söz sahibi olduğunu tefekkür etmelidir. Ancak bu şekilde gizli şirk belasından uzakta kalabilir.

gizlisirk

Zorluklar Karşısında Bazı İnsanlar Gizli Şirk Yaşayabilir

 İnsan kanser olabilir ya da hiç beklemediği bir anda trafik kazası geçirerek sakat kalabilir ve ömrü boyunca yürüyemeyeceğini öğrenebilir. Şirkten tamamen arınmış teslimiyet ve tevekkül yaşayan kişi, hastalığından dolayı üzülmez, kaygılanmaz, başına gelen zorluklardan dolayı asla yakınmaz. Bunu hemen teslimiyet ve güzellikle karşılar; Rabbimiz’in kendisi için mutlak bir hayır dilediğini unutmaz.

İnanan bir insan dünyada yaşadığı her türlü imtihanın sonsuz ahiret yaşamına kıyasla çok kısa sürdüğünü, ahirette büyük bir ecir kaynağı olarak karşısına çıkacağını aklından çıkarmaz. Şirkten arınmış bir imanda kişi karşısına çıkan zorluğu öğrendiği ilk anda bu haberi güzellikle karşılar, bunda bir hayır ve hikmet arar. Ancak şunu önemle belirtmek gerekir ki, bu, asla teselli mahiyetinde bir düşünce değildir. Tam tersine gerçek imanda kişi kendisine isabet eden bu hastalığın kendisi için gerçekten büyük hayırlara vesile olacağına iman eder. Aynı şekilde tek başına kaldığında da, insanların yanında da, olayın üzerinden sabretmesini gerektirecek uzun zamanlar geçtiğinde de sakatlığına karşı hep aynı teslimiyeti gösterir. Çünkü kaderini Allah’ın belirlediğini bilir, Allah’tan gelen herşeyin güzel olduğunu düşünüp sabreder.

gizlisirk3Kişinin Yaptıklarını Kendi Eseri Zannetmesi Gizli Şirkin Sebeplerindendir

Bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannederse bu çok yanlış olur. Çünkü Kuran’da tarif edildiği gibi “nutku verip konuşturan” Allah’tır. O dilemedikçe insanın konuşması ve üstelik hikmet üzere konuşması mümkün değildir. Bunların hepsi Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Veya bir insan mesleğinde başarı elde ediyorsa, bilimsel keşiflerde bulunuyorsa, yaşamı kolaylaştıran buluşlar yapıyorsa, bunların tümünü Allah’ın yardımıyla yapıyor demektir. Bir insanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Tüm bunlara rağmen insanın halen kendi başarılarını sahiplenmesi, bunlarla övünmesi, gururlanması ve bu esnada Allah’ı unutması çok yanlış ve haksız bir eylem olur. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah insanın hiçbir şey yapmaya kudretinin olmadığını şöyle bildirir:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)

İnsanların Karşılaştıkları  Her Türlü Olay Ancak  Allah’ın İzniyle Gerçekleşir

Şu halde insanın, herşeyin Allah’ın kontrolü altında olduğunu unutması, çok sapkın bir düşünce olur. Allah olan biten herşeyden haberdardır. İnsanın hayatının her safhası ve her anı da ancak Allah’ın izniyle, Allah’ın kontrolünde gerçekleşmektedir. Ve unutulmamalıdır ki, Allah’ın takdir edip yaratmış olduğu kader, iman eden samimi kullar için her zaman en hayırlısıdır. İnananların tüm yaşadıklarında çok büyük bir hayır ve hikmet vardır. Ama insan bu hikmetleri her zaman anlayamayabilir. Bazen bu hikmetleri görür ve şükreder. Bazen de göremez ancak yine Allah’a güvenir ve dayanır. Bilir ki kendisine isabet eden olayları Allah pek çok hayır ve güzellikle birlikte yaratmıştır.

Müslüman bu salih karaktere sahip olduğu, gerçekten hiçbir ortak koşmadan Rabbimiz’e yöneldiği zaman, her türlü başarıyı, güzelliği ve nimeti Allah’tan umabilir. Çünkü Allah şirkten tamamen arınmış kullarına dünyada da ahirette de büyük mükafat vereceğini müjdelemiştir. Dünyada tam ihlası elde etmiş kullara Allah’ın müjdesi şöyledir:

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)